9 Mart 2014 Pazar

Risale-i Nur Okudunuz MU?

 

 

RİSALE

RİSALE-İ NUR KÜLLİYATI, dili ve muhtevasıyla olduğu kadar, telif  tarzı ve tertibiyle de orijinal bir eserdir. Ekseriyetle dağlarda,  kırlarda, yahut zindanların amansız şartları altında telif edilen bu  eser, telif şartlarından hiç beklenmeyecek bir şekilde, en ağır, en  derin, en muğlâk ilmî meseleleri incelemekte, en çetin soruları ele  almakta, yüzyıllar boyunca tartışma konusu teşkil edegelmiş problemler  için çözümler ortaya koymakta, çağın tereddütlerine cevap getirmekte,  üstelik bütün bunları, tamamen kendisine has bir üslûp ve metod  içerisinde gerçekleştirmektedir.

 

Risale-i Nur, yaygın bir şekilde, “çağdaş bir tefsir” olarak tarif  edilegelmiştir. Doğrudan doğruya Kur’ân’a dayanması ve bilhassa imana  dair bir kısım âyet-i kerimeleri geniş şekilde açıklaması sebebiyle, bu  tarif bir hakikati aksettirmektedir. Ancak, gerek tertip itibarıyla,  gerekse açıklama tarzıyla Risale-i Nur alışılagelen tefsirlerden  ayrıldığı gibi, Külliyatın bazı parçaları (On Dokuzuncu Mektup, Yirmi  Dokuzuncu Lem’a, On Dokuzuncu Söz, umumiyetle lâhikalar ve müdafaalar  gibi) daha başka ilim dalları içinde mütalâa edilebilecek eserleri  teşkil etmektedir. Meselâ İşârâtü’l-İ’câz ile Sünuhat’ın aynı tasnif  içine girecek eserler olmadığı, ilk bakışta kolayca anlaşılacaktır.

Risale-i Nur’un en az tefsir kadar önem taşıyan bir diğer cephesi,  kelâm ilmiyle ilgilidir. Belki de Külliyatın ekseriyetini kelâm ilmi  içinde mütalâa etmek daha doğru olacaktır. Başta lâhikalar olmak üzere  geri kalan bölümlerde ise, hizmet metodları ile ilgili bahisler önemli  bir ağırlık teşkil etmektedir.

Kelâm tarihi ve klâsik kelâm eserleri ile mukayese edildiğinde,  Risale-i Nur’un bu sahada yep yeni bir tarz geliştirdiğini, hattâ bir  çığır açmış olduğunu görmek hiç de zor olmayacaktır. Zaten Risale-i Nur  Müellifi, eserlerinin çeşitli yerlerinde bu hususu açıkça dile  getirmektedir.

Risale-i Nur, konuları ele alış tarzı, muhtevasındaki derinliği ve  kapsamlılığı birçok kesimin yoğun ilgisini çekmiştir. Bir yandan yurt  içinde ve dışında çeşitli halk kesimleri tarafından okunmakta ve diğer  yandan hakkında uluslararası sempozyumlar düzenlenmekte ve birçok  akademik makale ve tezlere konu olmaktadır.

Meselâ bunlar arasında çağdaş düşünürlerden Faslı Prof. Dr. Taha  Abdurrahman, Risale-i Nur’un düşünce dünyasında yaptığı büyük devrimden  söz ederken, onun diğer yönlerinin yanında bu yönünün de kayda değer  olduğuna dikkat çekmektedir:

“Bazı Batılı filozoflar, her şeyin merkezine aklı aldılar ve sadece  aklın ürünü olan hususlara itibar ettiler. Hattâ bu hususta öyle ileri  gittiler ki, İncil ve Kur’ân gibi semâvî kitapları ve temsil ettikleri  dinleri de aklın etrafında dönen diğer eşya arasına katarak, aklî sistem  içinde onlara bir tanım getirdiler. Yani, tıpkı eski insanların dünyayı  sabit sanıp güneşin de onun etrafında döndüğünü tevehhüm ettikleri  gibi, aklı sabit kabul ederek semavî kitap ve dinleri onun etrafında  gezdirdiler.

“İşte Bediüzzaman, Risale-i Nur’la düşünce dünyasındaki bu gidişatı  olması gereken mecraya çevirdi-tıpkı ilim dünyasında Kopernik’in yaptığı  gibi. Nasıl ki Kopernik, ‘Dünyanın sabit, güneşin onun etrafında  döndüğü şeklindeki eski görüşü ortadan kaldırıp; onun yerine, dünyanın  hem kendi etrafında, hem güneşin etrafında döndüğünü’ ispat etti;  Bediüzzaman da Risale-i Nur’la düşünce dünyasında buna benzer bir  inkılâp gerçekleştirdi: ‘İnsanın düşünce dünyası sabit olamaz. Düşünce  dünyası hem kendi ekseni etrafında döner, hem de vahiy güneşinin  etrafında döner’ diyerek insan düşüncesinin olması gereken asıl yerini  tespit etmiş, aklı yalnızlık ve karanlıktan kurtararak aydınlatmış ve  rahatlatmıştır.”

Ayrıca Risale-i Nur, bir Kur’ân tefsiri olması itibariyle, aklın yanı  sıra, kalb, ruh ve diğer bütün duygulara da hitap etmektedir. Ahlâkın  bütün boyutlarına ışık tutmakta ve bir çok sosyal probleme çözümler  sunmaktadır. Ancak onun bu ve benzeri daha bir çok meziyetini en iyi  şekilde anlamanın yolu her halde onu açıp bizatihi okumak ve yaşamakla  olur.

Risale-i Nur nasıl bir tefsirdir?
Tefsir iki kısımdır. Birisi: Malûm tefsirlerdir ki, Kur’ân’ın  ibaresini ve kelime ve cümlelerinin mânalarını açıklar, izah ve isbat  ederler. İkinci kısım tefsir ise: Kur’ân’ın imanî hakikatlerini kuvvetli  hüccetlerle açıklar, isbat ve izah ederler. Bu kısmın çok ehemmiyeti  var. Birinci kısım tefsirler, bu ikinci kısmı bazan özet bir tarzda ele  alıyorlar. Fakat Risale-i Nur, doğrudan doğruya bu ikinci kısmı esas  tutmuş, benzersiz bir şekilde inatçı filozofları susturan bir mânevî  tefsirdir.

Risale-i Nur, her asırda milyonlarca insanın rehberi olan mukaddes  kitabımız Kur’ân’ın hakikatlerini subjektif nazariye ve mütâlaalardan  uzak olarak, rasyonel ve objektif bir şekilde izah edip insaniyetin  istifadesine arz edilen bir külliyattır.

Risale-i Nur, Kur’ân âyetlerinin nurlu bir tefsiridir. Baştan başa  îman ve tevhid hakikatlarıyla müberhendir. En avamdan en havassa kadar  her sınıf halkın anlayışına göre hazırlanmış ve müsbet ilimlerle  mücehhezdir.

Risale-i Nur, asrın ihtiyaçlarına tam cevab verir. Aklı ve kalbi  tatmin eder. Vesveseli şübhecileri ikna eder. Hattâ en inatçı  filozofları dahi teslime mecbur eder.
Risale-i Nur, akla gelen bütün istifhamları bertaraf eder. Zerrelerden  güneşlere kadar îman mertebelerini açıklar. Vahdâniyet-i İlâhiyeyi ve  nübüvvetin hakikatini ispat eder.
Risale-i Nur, yer ve göklerin tabakalarından, melâike ve ruh bahsinden,  zamanın hakikatinden, haşir ve âhiretin vukuundan, Cennet ve Cehennemin  varlığından, ölümün mâhiyetinden; ebedî saadet ve şekavetin kaynağına  kadar, akla gelebilecek bütün imanî meseleleri en kat’î delillerle  aklen, ilmen ve mantıken ispat eder… Pozitif ilimleri teşvik eder.  Kesin delillerle aklı ve kalbi ikna eder ve merakları izale eder.

Büyük şâirimiz merhum Mehmed Âkif, bir üdebâ meclisinde, “Viktor  Hügolar, Şekspirler, Dekartlar; edebiyatta ve felsefede, Bediüzzaman’ın  bir talebesi olabilirler” demişti.

Bediüzzaman, Risale-i Nur’la beşeri sefâhet ve dalâletten  kurtarırken, korku ve dehşet vermek tarzını tâkib etmez. Gayr-ı meşru  bir lezzetin içinde, yüz elemi gösterir, hissi mağlûb eder, kalb ve ruhu  hissiyata mağlûb olmaktan korur. Küfür ve dalâlette de, bir zakkum-u  Cehennem tohumu olduğunu, dünyada dahi Cehennem azabları çektirdiğini;  buna mukabil îmanda, İslâmiyet ve ibâdette leziz lezzetler ve zevkler  bulunduğunu ve Cennet çekirdeği ve meyveleri gibi dünyada dahi bir nevi  mükâfata nâil eylediğini isbat eder.

Kur’ân-ı Azîmüşşan bütün zamanlarda gelip geçen nev-i beşerin  tabakalarına, milletlerine ve ferdlerine hitaben Arş-ı A’lâdan irad  edilen İlahî ve şümullü bir nutuk ve umumî, Rabbanî bir hitabe olduğu  gibi; bilinmesi, bir ferdin veya küçük bir cemaatin iktidarından hariç  olan ve bilhassa bu zamana ait pek çok fenleri ve ilimleri câmi’dir.

Bu itibarla zamanca, mekânca, ihtisasça daire-i ihatası pek dar olan bir  ferdin fehminden ve karihasından çıkan bir tefsir, bihakkın Kur’ân-ı  Azîmüşşana tefsir olamaz. Çünki Kur’ân’ın hitabına muhatap olan  milletlerin, insanların ahval-i ruhiyelerine ve maddiyatlarına, câmi’  bulunduğu ince fenlere, ilimlere bir ferd vâkıf ve sahib-i ihtisas  olamaz ki, ona göre bir tefsir yapabilsin. Hem bir ferdin mesleği ve  meşrebi taassuptan hâlî olamaz ki, hakaik-i Kur’âniyeyi görsün,  bîtarafane beyan etsin. Hem bir ferdin fehminden çıkan bir dava,  kendisine has olup, başkası o davanın kabulüne davet edilemez. Meğer ki  bir nevi icmaın tasdikine mazhar ola.

Binaenaleyh Kur’ân’ın ince mânâlarının ve tefsirlerde dağınık bir  surette bulunan mehasininin ve zamanın tecrübesiyle fennin keşfi  sayesinde tecelli eden hakikatlarının tesbitiyle, herbiri birkaç fende  mütehassıs olmak üzere muhakkikîn-i ulemadan yüksek bir heyetin  tedkikatıyla, tahkikatıyla bir tefsirin yapılması lâzımdır. Nitekim  kanunî hükümlerin tanzim ve ıttıradı, bir ferdin fikrinden değil, yüksek  bir heyetin nazar-ı dikkat ve tedkikatından geçmesi lâzımdır ki, umumî  bir emniyeti ve cumhur-u nâsın itimadını kazanmak üzere millete karşı  bir kefalet-i zımniye husule gelsin; ve icma-ı millet hücceti elde  edebilsin.

Evet Kur’ân-ı Azîmüşşanın müfessiri, yüksek bir deha sahibi ve nâfiz  bir içtihada mâlik ve bir velâyet-i kâmileyi haiz bir zât olmalıdır.  Bilhassa bu zamanlarda, bu şartlar ancak yüksek ve azîm bir heyetin  tesanüdüyle ve o heyetin telâhuk-u efkârından ve ruhlarının tenasübüyle  birbirine yardım etmesinden ve hürriyet-i fikirlerinden ve  taassuplarından âzâde olarak tam ihlâslarından doğan dâhî bir şahs-ı  manevîde bulunur. İşte Kur’ân’ı ancak böyle bir şahs-ı mânevî tefsir  edebilir.

İşte büyük ulemâ-i İslâm ve meşâyih-i kiram çok tecrübe ve  imtihanlarla şöyle bir kanaata varmışlardır ki: Bediüzzaman ne söylerse  hakikattır. Bediüzzaman’ın eserleri, sünuhât-ı kalbîye olup, cumhur-u  ulemânın tasdik ve takdîrine mazhardır.

Risale-i Nur, Kur’ân-ı Mu’ciz-ül Beyânın bu asırda bir mu’cize-i  mâneviyesi olan yüksek ve parlak bir tefsiridir. Evet Risale-i Nur  kalblerin fatihi ve mahbubu, ruhların sultanı, akılların muallimi,  nefislerin mürebbii ve müzekkîsidir.

İşte Bediüzzaman Said Nursî; Kur’an-ı Kerîm’deki bu asrın muhtaç  olduğu hakikatleri keşfedip, Nur risalelerinde, herkesin kabiliyeti  nisbetinde istifade edebileceği bir tarzda tefsir ve îzah etmek  muvaffakıyetine mazhar olmuştur. Bunun içindir ki: Risale-i Nur, emsali  görülmemiş bir şâheserdir kanaatına varılmıştır.

Risale-i Nur Külliyatını Online okumak için tıklayınız.

 

KAYNAK: İstanbul İlim ve Kültür Vakfı logo

Paylaş:Facebook Twitter Google+

0 yorum

Yorum Gönder

 
 
Copyright © 2014